Ankara, Brüksel, Paris, 12 Eylül 2023. Türkiye’de münferit örgütleri hedef almak amacıyla derneklere karşı açılan kapatma davalarının sivil toplum üzerinde de caydırıcı bir etkisi bulunuyor. Gözlemevi (FIDH-OMCT) ve Türkiye’de iş birliği içinde olduğu İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) bugün söz konusu uygulamayı ve bunun sivil toplum örgütleri ve destekledikleri topluluklar üzerindeki olumsuz etkilerini belgeleyen bir rapor yayınlıyor. Rapor, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) hakkında İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan -ve raporda detaylıca belgelenen- kapatma davasının 13 Eylül 2023 tarihindeki altıncı duruşmasından bir gün önce yayınlanıyor.
“Belirsiz ve Tekinsiz”: Türkiye’de Derneklere Karşı Açılan Kapatma Davaları başlıklı rapor, bu tür davaların sivil toplumu baskı altına almak ve sivil alanı daraltmak için sistematik bir şekilde araç olarak kullanıldığını ortaya koyuyor. Rapor, bu davaların yol açabileceği sert bir önlem olan derneklerin istem dışı feshinin yetkililer tarafından dernekleri susturmak ve çalışmalarına misilleme olarak onlara yaptırım uygulamak amacıyla kötüye kullanıldığını gösteriyor.
Sivil toplum örgütlerini saran korku iklimi
Rapor, Gözlemevi’nin daha önceki yayınlarında belgelediği diğer taciz biçimleriyle birlikte, mesnetsiz kapatma davalarının da Türkiye’de hükümet politikalarını eleştiren sivil toplumu sindirmek, bölmek ve faaliyetlerini gayrimeşru göstermek için yetkililerin elinde yeni bir araç haline geldiğini savunuyor. Rapor, 2021 itibariyle dört dernek hakkında — Din Alimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (DİAYDER), Göç İzleme Derneği (GÖÇİZDER), Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) ve Tarlabaşı Toplum Merkezi (TTM) — açılan kapatma davalarını belgeliyor ve çözümlüyor.
Gözlemevi, İHD ve TİHV tarafından Haziran 2023’te derlenen bilgilere ve dört derneğin temsilcileri ile destekledikleri kişilerin doğrudan tanıklıklarına dayanan rapor, kapatma davalarının tek tek derneklerin, bunların üyelerinin ve birlikte çalıştıkları toplulukların üzerindeki etkisini belgeliyor. Rapor ayrıca, sonucu ne olursa olsun, bir kapatma davasına hedef olmanın, dernekler üzerinde yaftalayıcı ve yalnızlaştırıcı bir etkisi olduğunu gösteriyor ki bir katılımcı bu etkiyi tanımlamak için "belirsiz ve tekinsiz bir durum" ifadesini kullandı. Muhalif seslerin giderek daha fazla hedef alındığı, sivil toplum örgütlerinin hükümet yetkilileri ile hükümet yanlısı medya tarafından saldırılara maruz kaldığı ve düzenli olarak itibarsızlaştırıldığı bir bağlamda, sivil toplum örgütleri arasındaki korku ikliminin körüklenmesine ve bu örgütlerin Türkiye toplumu içindeki güvenilirliklerinin ve konumlarının zayıflamasına bu davalar da katkıda bulunuyor.
FIDH Başkan Yardımcısı ve İHD temsilcisi Reyhan Yalçındağ, "AB üyeliğine aday olduğu iddia edilen bir ülkede hala örgütlenme ve ifade özgürlüğü haklarına yönelik, bu raporda anlatılan türden ciddi ihlallerden bahsediyor olmamız utanç verici," dedi. Yalçındağ, "Hükümete yakın pek çok STK önemli ölçüde destek görürken, Kürt meselesinin demokratik çözümünü talep edenler ile bağımsız kadın ve LGBTİ+ hakları gruplarının tutuklamalar, kapatma davaları ve diğer taciz biçimleriyle karşı karşıya kalması, yapılanların siyasi saikli olduğunu ve tek amacın muhalefeti çökertmek olduğunu gösteriyor," şeklinde konuştu.
TİHV Başkanı Metin Bakkalcı ise şunları ekledi: "Derneklerin kapatılmasına yönelik bu tür girişimler kabul edilemez. Evrensel değerler ışığında bu uygulamalara derhal son verilmelidir. Ancak biz, ulusal ve uluslararası düzeydeki destekçilerimizin göstereceği dayanışmayla, Türkiye’deki sivil toplumun bu sorunların üstesinden gelebileceğine inanıyoruz."
Karalama kampanyaları ve yaftalama
Haklarında kapatma davası açılan dört dernek de hükümet yetkilileri ve/veya hükümet yanlısı medya tarafından açıkça hedef gösterildi.
OMCT Genel Sekreteri Gerald Staberock, "Daha önceki raporlarımızda da belgelenen sivil topluma yönelik düşmanca söylemler eşi benzeri görülmemiş seviyelere ulaşmış durumda, hedef alınan kişilerin başvurabileceği etkili bir hukuk yolu ise bulunmuyor," dedi. Staberock "Dernekleri ’terörist’ ya da ’ahlaksız’ olarak yaftalayan karalama kampanyaları, Türkiye’deki demokratik tartışma ortamını boğma çabalarının bir parçası olarak sivil toplumun katkılarını gayri meşru göstermek dışında bir amaca hizmet etmiyor," şeklinde konuştu.
KCDP hedef alınıyor
KCDP’ye karşı açılan kapatma davasının yarınki duruşması, son dönemdeki endişe verici bu eğilimin örneklerinden yalnızca biri. Davanın açılmasının iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) bir üyesinin örgüt aleyhinde internet üzerinden yaptığı şikayetler ve polisin KCDP üyeleri hakkında hukuka aykırı olarak tuttuğu kayıtlar dışında bir dayanağı yok. Davanın doğrulanmış ve sağlam kanıtlara dayanmaması ve şikayetin geldiği kaynak, davanın siyasi saiklerle açıldığını, Türkiye’de toplumsal cinsiyet karşıtı söylemlerin arttığı, kadınların ve LGBTİ+’ların gitgide daha fazla hedef alındığı bir dönemde KCDP’nin hükümetin toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarına yönelik eleştirilerine misilleme yapmak amacını taşıdığını ortaya koyuyor. Mahkemenin yarınki duruşmada kararını açıklaması bekleniyor.
Türkiye’de daralan sivil alana ilişkin genel bağlam
Türkiye’de demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanlarında yaşanan genel gerileme bağlamında, insan hakları savunucuları ve sivil toplum aktörleri, hükümet politikaları ve uygulamalarına yönelik eleştirel tutumları nedeniyle yetkililer tarafından giderek daha fazla hedef alınıyorlar. İnsan hakları savunucuları, terörle mücadele kanununun kötüye kullanılması suretiyle sık sık yargısal tacize uğratılırken, sivil toplum örgütlerine uygulanan mevzuatın kısıtlayıcı çerçevesi de, kapatma davaları dahil olmak üzere, idari tacizin önünü açıyor. Bunlar sadece hedef alınan derneklerin üyeleri üzerinde değil, aynı zamanda çalışmalarını hükümetin bir sonraki hedefi olma tehdidi altında yürütmek zorunda kalan diğer sivil toplum aktörleri üzerinde de caydırıcı bir etki yaratıyor.
Gözlemevi, İHD ve TİHV, bu bulgular ışığında, Türkiye’de sivil toplumun durumu ve örgütlenme özgürlüğü hakkı ile ilgili olarak Türkiye hükümetine ve uluslararası aktörlere çeşitli tavsiyelerde bulunuyor.
Arka plan
Bu rapor, Türkiye’de sivil alanın daralmasına ilişkin üç bölümlük bir serinin devamı niteliğindedir. Temmuz 2020’de yayınlanan ilk raporda toplanma özgürlüğü; Mayıs 2021’de yayınlanan ikinci raporda örgütlenme özgürlüğü; Haziran 2022’de yayınlanan üçüncü raporda ise idari taciz konuları ele alınmıştır. Bu dört raporun çizdiği tablo, Türkiye’deki insan hakları savunucuları ve sivil toplum açısından endişe vericidir.
Rapor, TİHV tarafından FIDH, İHD ve OMCT iş birliğinde yürütülen AB destekli "İnsan hakları aktörlerinin salgın sonrası dönemde taban merkezli bir yaklaşımla korunması ve desteklenmesi" projesi kapsamında gerçekleştirilmiştir. 2021’de başlayan proje, savunuculuk, dayanışma, kapasite ve ağ oluşturma, medya faaliyetleri, alt hibe ve destek programları aracılığıyla Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğünün geliştirilmesi ve pekiştirilmesi ve tüm insan hakları ve temel özgürlüklere saygı gösterilmesi yoluyla dönüştürücü bir insan hakları mücadelesine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi (Gözlemevi) 1997’de Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) ve İşkenceye Karşı Dünya Örgütü (OMCT) tarafından kurulmuştur. Bu programın amacı, insan hakları savunucularına karşı baskıyı engellemek veya bu durumlara çözüm üretmek üzere müdahale etmektir. FIDH ve OMCT, uluslararası sivil toplum tarafından hayata geçirilen bir Avrupa Birliği İnsan Hakları Savunucuları Mekanizması olan ProtectDefenders.eu üyesidir.
İnsan Hakları Derneği (İHD), 17 Temmuz 1986’da, aralarında avukatlar, gazeteciler, aydınların da bulunduğu ancak çoğunlukla siyasi tutuklu ve hükümlü yakınlarından oluşan 98 kişi tarafından kuruldu. İHD’nin tek amacı insan hak ve özgürlüklerini savunmak için faaliyetlerde bulunmaktır. Genel merkezi, 27 şubesi ve 7 temsilciliğiyle birlikte İHD, Türkiye’nin en büyük sivil insan hakları örgütüdür ve 1996 yılından beri FIDH üyesidir. İHD aynı zamanda OMCT-SOS İşkence Ağı üyesidir.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), kurulduğu 1990 yılından bu yana işkence ve kötü muamele görenlerin ve işkence görenlerin yakınlarının tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerine erişimlerine katkı sağlayan ve başta işkence olmak üzere insan hakları ihlallerinin önlenmesi için çalışmalar yapan, uluslararası alanda tanınırlığı bulunan bir sivil toplum kuruluşudur. Ankara, Diyarbakır, İstanbul, İzmir ve Van’da Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri, Cizre’de Referans Merkezi bulunan TİHV, Dünya Sağlık Örgütü tarafından ortaya konulduğu üzere, bütünsel bir tedavi yaklaşımını benimseyerek kişinin fiziksel, psikolojik ve sosyal iyilik halini içeren “iyilik hali” tanımı doğrultusunda tedavi ve rehabilitasyon çalışmalarını sürdürmektedir.